26 Şubat 2007 Pazartesi

Türk Tarımı Nasıl Tasfiye ediliyor?
Prof. Dr. Cihan Dura

Erciyes Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı

Meclislerin öyle kararları olabilir ki,

milletin hayatında tedavisi mümkün olmayan

zararlar meydana getirebilir.

Atatürk

Sık sık duyuyoruz : Türk tarımı tasfiye ediliyor. Bu bir görüştür, ancak doğru görünüyor. Ancak ikna olmamız gerek. Peki nasıl? gözlem yoluna başvurup inandırıcı kanıtlar toplayarak...

Okuduğunuz yazıda yaptığım budur.

I) NEREDEN NEREYE...

Önce geçmişle bir karşılaştırma yapalım.

Türkiye çok değil 25 yıl -ABD’nin ‘en büyük müttefikimizdi’ diyerek arkasından hayıflandığı Turgut Özal’ın meşum çıkışı- öncesine kadar tarımda kendine yeterli 7 ülkeden biriydi. Bugünse tam tersi bir durum söz konusu: Türkiye kendi kendini doyuramıyor. Pazarlarımıza ithal ürünler hâkim. Neredeyse tüm tarım ürünleri dışardan satın alınıyor. Somut örnek mi istiyorsunuz: Türkiye 1990’lara kadar pamuk ihraç eden bir ülke idi. Dünyanın 7. büyük pamuk üreticisiydi. Bugün 3. sırada..., ancak dünya pamuk ithalatçıları arasında 3. sırada!... Tütünde de durumumuz bundan farklı değil. 1980’de -yani Kenan Evren ve Turgut Özal felaketinden önce- 80 milyon baş hayvanla dünyada ABD’den sonra ikinciydik. T. Özal hükümetlerinin indirdiği darbelerle, hayvan sayımız yarı yarıya azalarak 40 milyona kadar geriledi. İhracat yapan ülke olmaktan çıkıp, hayvan ithal eden ülke konumuna düştük.

II) BİR SENARYO UYGULANIYOR

A) Türk tarımı epeydir ABD ile Avrupa Birliği’nin (AB) ablukası altında. Kuşatmayı fiilen “Korkunç Üçüzler”, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) yürütüyor. Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı İbrahim Yetkin’in deyişiyle “çok planlı, programlı bir senaryo” söz konusu.

Bu senaryo nasıl bir Türk tarımı hedefliyor?

Yanıtı şöyle : Türk çiftçisi üretmeyecek; Türkiye tarım ürünlerini dışardan satın alacak. Kendi kaynaklarını kullanmayacak. Kapılarını yabancı sermayeye açacak. Tam bir açık pazar haline gelecek. Çiftçi yoksullaştıkça kentlere sürülecek, proleterleşecek. Bütün tarımsal KİT’ler ortadan kaldırılacak. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Toprak Su, Ziraî Mücadele Karantina Genel Müdürlüğü; KİT’ler, örneğin Yem Sanayii, SEK, Et Balık, TEKEL,... satılacak, kapatılacak, küçültülecek, dağıtılacak; devlet desteği, kredi alamayacak, pahalı borçlanmaya itilecek.

Özetle ABD ve AB; daha doğrusu her ikisini yönlendiren Derin-Merkez; Türk tarımını zayıf, çaresiz, sürünür durumda görmek istiyor.

B) ABD ve AB Türkiye’ye “Tarımdan destekleri çek” diyor, neden? Çünkü Türkiye’yi sanayi ürünleri pazarı haline getirdikleri yetmezmiş gibi, aynı zamanda tarımsal ürün fazlalarını da satacakları bir pazar haline getirmek istiyorlar.

Nitekim 2000 yılında yürürlüğe giren, IMF dayatması istikrar programında Türkiye şu taahhütler altına sokulmuştur:

-Tarımı destekleme araçları tasfiye edilecek.

-Tarım ürünleri ithalatında koruma oranları düşürülecek.

Atatürk’ün “Efendimiz” diyerek önünde eğildiği köylümüz, IMF programlarında âdeta şöyle azarlandı: “Ben senin sektörünü serbest rekabete açıyorum. Ya başarırsın, ya da çiftini çubuğunu, toprağını bırakır, kentlere göç edersin.” Neden böyle yapıldı? Yukarda belirttim, Çirkin Batı bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu: Birincisi, Türkiye’nin tarımsal üretimi yavaşlıyordu; böylece kendilerine pazar açılıyordu. İkincisi, tarlalar kelepir fiyattan satışa hazır hale getiriliyordu, tabiî yabancılara da!

Demek ki Türkiye’de tarım üretimi gelişmeyecek, hattâ düşecekti. Avrupa ülkeleri, Amerika Türkiye’ye kolayca tarım ürünü ihracatı yapabilsin diye! Böylece İngiltere, Almanya, Fransa, ve ABD parmaklarını bile oynatmadan -bizim dahilî bedhahlarımız sayesinde- kendi çiftçileri, kendi dev şirketlerine yeni pazarlar açmış oluyordu. Bir yandan da Türk köylüsü toprağını satacak derecede yoksullaşacak, kimsesiz ve çaresiz kalacaktı.

C) Peki sonuç? Tabii her zamanki gibi onların dediği oldu, hedeflerine ulaştılar.

Tarıma karşı düşmanca tutum, ilk 1980’li yılların başlarında, Kenan Evren ve Turgut Özal’ döneminde başladı. Hâin senaryo o tarihten günümüze parça parça uygulanarak, önemli ölçüde gerçekleştirildi. O tarihten itibaren bütün hükümetlerimiz, Sorosçu aydınlarımız, TÜSİAD ve benzerleri emperyalizmin bu hâin planını canla başla desteklediler, ona durup dinlenmeden harç taşıdılar.

Şöyle ki tarıma ilişkin bütün kararlar, ulus ötesi şirketlerin hizmetinde olan IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleri doğrultusunda alındı.

Neoliberal politikalarla taban fiyatları sürekli düşük tutuldu. Sübvansiyonlar azaltıldı, hattâ tamamen kaldırıldı. Buna karşılık tarımsal girdi fiyatları yükseltildi. Çiftçi, bir geçiş aşaması bile tanınmadan serbest piyasanın vahşetine terkedildi. Ürün bedelleri zamanında ödenmedi. Köylü mahkemelere, icra kapılarına düşürüldü. Tarlasını, hayvanlarını traktörünü satmak zorunda bırakıldı. Yeni yatırımı engellendi, iflasa zorlandı.

Tarımın temel sorunlarından biri toprak parçalanmasıdır, önüne geçilmedi. Üretim planlaması yapılmadı. Tarımı kurtaracak çarelerden kooperatifçiliği engellemek için her yola başvuruldu.

Özelleştirmeler aldı yürüdü: Önce Et Balık Kurumu, arkasından üreticiye büyük destek sağlayan Ziraî Donatım, Şeker fabrikaları, Toprak Mahsulleri Ofisi, Tarım Satış Kooperatifi gibi kurumlar birer birer özelleştirildi. Çay tekeli, sigara tekeli kaldırıldı. İç piyasa yabancı şirketlere terk edildi.

Tarım sektörüne verilen destek her yıl biraz daha azaltıldı. Doğrudan Gelir Desteği (DOGED) uygulaması tarımı çok olumsuz etkiledi. Çünkü bu yoldan üreticiye değil, tapu sahibine, büyük arazi sahibine, rantiyeye destek sağlandı.

Bugün TARİŞ, FİSKOBİRLİK, Antbirlik, Trakya Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği, Çukobirlik, Marmarabirlik gibi kooperatifler topun ağzında. Dahası, tarımı çok olumsuz etkileyecek olan Tohum Yasası çıkarıldı.

Hatırlatmakta yarar var: Bütün bu uygulamalar uzun uzun düşünülüp, Türkiye’nin ulusal çıkarları bakımından yararlı olacağı sonucuna varılıp da girişilmiş şeyler değil. Dünya Bankası istedi diye yapılıyor, IMF’den niyet mektupları yoluyla alınan talimatlar doğrultusunda, WTO ile yapılan antlaşmalar gereği yapılıyor.

6 Mart 1995 tarihli Gümrük Birliği Antlaşması da, tarımsal ithalatın önündeki bazı önemli engel ve kısıtlamaları kaldırdı. Canlı hayvan, et ve et ürünleri, süt ürünleri, sebze, meyve, un, irmik, şeker ve şekerleme, hazır yiyecek, tütün, pamuk ve birçok üründe gümrük vergileri sembolik düzeylere indirildi.

Neticede meydan ABD ve AB çiftçisine, Cargill gibi ulus ötesi şirketlere bırakıldı. Daha da korkuncu 19 Temmuz 2003’den bu yana yabancılara toprak satışı serbest bırakılmış bulunuyor. Bu sadece bir tesadüf müdür ey okur; köylümüzün tarlasını, toprağını satacak derekeye düşürülmesi ile, yabancıya toprak satışının serbest bırakılması uygulamasının eş zamanlı gerçekleştirilmesi sadece bir tesadüf müdür?

Ağaca baltayı vurmuşlar, ‘ahh, sapı benden’ demiş. Türkiye böylesine korkunç bir ihanet içinde. Atatürk Nutuk’ta “haricî bedhahlar”ın yanısıra, neden bir de “dahilî bedhahlar”dan söz ediyor? Dikkat isterim ey okur!.

III) PERİŞAN TARIMIMIZ...

A) Türkiye artık yeniden bir açık pazar... “Yeniden” diyorum, çünkü Osmanlı döneminde, 1800’lerin sonlarında da bunun bir benzerini yaşadık. Tarih okuyup da ders alan mı var?

Artık bir sürü yabancı tarım ürünü yasal ya da yasa dışı yollardan ülkemize rahatça giriyor, Amerika’dan, AB’den, Yunanistan’dan, İran’dan, Irak’tan, Suriye’den... Pazarlarımız sanki delik deşik, sanki birer kevgir ... Yabancı malları düşük fiyattan pazarlarımızda yerini aldıkça, tüketiciler de doğal olarak o mallara yöneliyor. Aracılar da fiyatların düşüklüğü sebebiyle, tezgâhlarında Türk çiftçisinin değil, yabancıların malını satmayı tercih ediyor. O zaman çiftçimiz zarar ediyor, çünkü ürettiği mallar elinde kalıyor. Rekabet edemiyor; çünkü dünyanın en pahalı mazotunu, en pahalı elektriğini, en pahalı tarım ilacını, en pahalı suyunu kullanıyor; maliyeti yüksek oluyor.

Çiftçi bu duruma bir dayanıyor, iki dayanıyor; sonunda pes ediyor, tarlasını çubuğunu satıp şehrin, kent varoşlarının yolunu tutuyor. Bütün bir Türkiye’yi hesaba kattığımızda her yıl yüzbinlerce köylü aç, işsiz, perişan, kentlere akıyor. Türkiye boş tarlalar, boş ağıllar ülkesine dönüyor.

Peki neden..., neden?

Çirkin Batı’nın senaryosu uygulanıyor da ondan. Bir de AB “tarımsal nüfusunu azaltacaksın” diye dayattığı için. Sormak lazım, bu Avrupalı çifte standartçılara ve onların teorilerini papağan gibi tekrarlayan bizim profesör kılıklılara : AB kendi tarımsal nüfusunu böyle mi azalttı? 10-15 yılda mı, yoksa 60-70 yılda, sanayileşe sanayileşe mi? (Bu konuda şu kitabıma bakınız: Sömürgeleşen Türkiye, İleri yayınları, ss.332-335. )

Görüyorsunuz, biz kendimizi kendi ellerimizle boğuyoruz âdeta. “Ellerimiz” dediğim hükümetlerimiz, Türkiye’de iktisadî kararları alanlar, bu kararların alınmasında etkili olan sözde bilim adamları, bürokratlar, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, millî duruş ve yurtseverlik fakiri TÜSİAD gibi kuruluşlar...

B) Tarımımızın tasfiyesine dair birkaç anlamlı kanıt daha vereyim.

1) Söke, Gediz, Bakırçay ovaları bugün bomboş. Pamuk üretimi durmuş. Tarımsal girdi açısından Türkiye’nin en önemli bölgelerinden biri olan Karacabey’de de üretici tarlasını ekmiyor. İlçede kiraya verilecek tarla stoku oluştu. Ancak dönüp bakan yok. Ancak yabancılar ne güne duruyor. Yakında oraları da ele geçirmeye başlarlar. “Ak” Parti iktidarı Türkiye ekonomisinin üzerinden buldozer gibi geçti, özellikle de tarım sektörünün üzerinden. Çiftçimize “al ananı da git... Bu ülke size mi çalışacak” diyerek, onun hiçbir sorunuyla ilgilenmedi. Oysa ABD de, AB de tarımını yıllarca korudu, kendi kendine yeterli hale getirdi. İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde tarıma inanılmaz destekler veriliyor.

2) Türkiye dünya tütün ihracatında ilk beş ülke arasında yer alıyordu. Yaptığı ihracattan 500 milyon dolara yakın döviz geliri sağlıyordu. Sigara üretim tekeli kaldırılınca, yabancı sigara tekelleri girdi ülkeye. Bunların iç tüketimdeki payı sıfırdan yüzde 60’ların üzerine çıktı. Sonuç: Türkiye pamukta olduğu gibi tütün ithalatı da yapmaya başladı. Tabii başta Amerika’dan, sonra Yunanistan’dan...

3) Türkiye dünyanın bir numaralı fındık üreticisi konumunda. Ancak hükümetin verdiği inanılmaz düşük fiyatlar sebebiyle, fındık üreticisi zarar içinde, kan ağlıyor. “Ak” Parti, başbakan ve çevresi sadece tüccarın, ihracatçının, Avrupalı fındık alıcılarının çıkarlarını gözeten politikalar uyguluyor.

4) Eskiden Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) gerektiği an piyasaya müdahale eder, çiftçinin soyulmasını önlerdi. Şimdi öyle değil. Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin’den dinleyelim: 2004’de çiftçimiz buğdayını 340 bin liraya satmıştı, 2005’de 280 bin liraya satmak zorunda bırakıldı. Eğer TMO alım yapsaydı, fiyatlar düşmeyebilirdi. Ancak Ofis piyasaya girmedi. ‘Benim görevim bu değil’ dedi. Çiftçiye ödeme yapmakta isteksiz davrandı. Cumhuriyet tarihimizde ilk kez buğdaya kota kondu. Peki, neden? Amaç şu: Usul usul, hissettirmeden çiftçiyi üretimden vazgeçirmek. İnce bir oyun yok mu burada?

Oyun başka politikalarla da güçlendirildi: Faizler yüksek tutuldu. Girdi destekleri kaldırıldı. “Nerede ucuzsa, oradan alırım” denerek bir ithalat furyası başlatıldı.

Bir hükümet, kendi ülkesinin, kendi insanının tarımını, böyle göz göre göre nasıl batırır? Bir meclis böyle korkunç sonuçlar doğuracak yasaları nasıl çıkarır?

SONUÇ

Bütün bu sunduğum kanıtlardan sonra, yazımın başta sorduğum soruya artık yanıt verebilirim : Evet doğru, Türkiye’de tarım tasfiye ediliyor.

Geçmişte ANAP, Doğru Yol, MHP, RP, DSP hükümetleri eliyle, bugünse A.K.P. hükümeti eliyle.

Peki neden bu böyle?

Çünkü kendi oylarımızla seçip Meclis’e yolladığımız vekillerimiz, iktidar olma yolunu açtığımız partilerimiz, başbakanlar ve bakanlar; yabancılara, AB’ye, ABD’ye tarımı tasfiye etmek için söz verilmiş olduğunu biliyorlar da ondan. İşin içinde tabiî TÜSİAD gibi artık gayrimillîleşmiş çevreler de var. Peki ne karşılığında bu taahhüt? Kendilerine iktidar yolunun açılması, iktidar koltuğunda rahat bırakılmaları, bazı ekonomik çıkarlarına dokunulmaması karşılığında... Adı geçen partilerden hangisi gelirse gelsin, kendilerini bu taahhütle bağlı sayıp verdikleri sözü uslu uslu yerine getiriyorlar.

Çiftçimiz, esnafımız Kasım 2002 seçimlerinde A.K.P.’ye oy vermekle bilmeyerek kendi idam fermanını vermiş oldu.

Önümüzdeki seçimlerde de yine aynı oylarla, bu sefer bile bile “Ak” Parti’nin idam fermanını eline vermesi gerekmez mi?

Ancak görünen o ki böyle olsa da, değişen fazla bir şey olmayacak.

Çünkü diğer büyük partilerin hiçbirinde o uğursuz taahhütleri yırtıp atacak inanç, hamiyet ve cesaret yok!

Meğer ki bir Atatürkçü şahlanış, bütün Türkiye’yi bir kasırga gibi sarmış olsun!

Hiç yorum yok: